Liseli Azra'nın yaşadığı çok sayıda kadına yönelik şiddet vakasının ardından, kendisine yönelik tacizciyi öldürmesi Türkiye ve dünya genelinde büyük yankı uyandırdı. Bu olay, yalnızca bir cinayet davası değil, aynı zamanda toplumun kadına yönelik şiddet konusundaki hassasiyetlerini, adalet sisteminin işleyişini ve mağdurun yaşamını nasıl etkilediğini sorgulayan bir tablo çiziyor. Son günlerde gerçekleşen yeni gelişmeler ise, Azra'nın davasının seyrini değiştirecek nitelikte.
Azra, yerel bir lisede öğrenci olarak normal bir yaşam sürerken, yaşadığı taciz olayları sonrası büyük bir travma geçirdi. Kendisine sürekli rahatsızlık veren kişinin peşini bırakmaması, Azra'nın psikolojik durumu üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip oldu. Geçen yıl yaşanan bir olayda, tacizci ile karşı karşıya gelen Azra, kendisini savunmak için zorunlu bir seçim yapmak zorunda kaldı ve bu durum sonunda onun hayatının akışını değiştirdi. Azra'nın mahkemede yaptığı savunmalar, 'katil' olarak tanımlanmayı değil, 'mağdur' olarak anılmayı talep etti. Genç kızın, yaşadığı olayların kendine özgü psikolojisini ve yaşadığı ruhsal çöküntüyü anlatması, duruşmayı izleyen herkes üzerinde derin bir etki bıraktı.
Son olarak, mahkeme heyetinin Azra hakkında verdiği yeni karar, hem sosyal medyada hem de basında geniş yankı buldu. Mahkeme, taciz dolayısıyla yaşadığı ruhsal bunalım ve son çare olarak başvurduğu önleme ilişkin ifadeleri dikkate alarak, genç kızı bir süreliğine psikiyatrik tedaviye yönlendirdi. Bu karar, bazı kesimlerden 'adalet yerini buldu' şeklinde yorumlanırken, diğer kesimlerden ise tepkiler geldi. 'Neden kendini savunmak için bu kadar ileri gitmek zorunda kaldı?' sorusunun yanı sıra, 'Toplum olarak kadına yönelik şiddeti nasıl durdurabiliriz?' gibi derin tartışmalar başlattı.
Azra'nın davası, sadece onun hikayesi değil, yaşadığımız toplumda kadına yönelik şiddetin ne denli problemli olduğunu ortaya koyan bir vaka olarak öne çıkıyor. Yüzlerce kadının benzer durumlarla karşı karşıya kaldığı bir ülkede, Azra'nın davası, belki de daha fazla konuşulması gereken bir sorunun simgesi haline geldi. Kadınların kendilerini ifade edemedikleri, korkularla dolu bir toplumda nasıl güçlü kalabilecekleri üzerine sorgulamalar başlatan bu olay, intihar oranlarının arttığı, kadın cinayetlerinin gündemden hiç düşmediği günümüzde, adalet sisteminin ne denli yetersiz kaldığını da gözler önüne seriyor.
Sonuç olarak, Azra'nın davası yalnızca genç bir kızın hikayesinin ötesinde bir mesele. Toplum olarak, kadına yönelik şiddeti ve ruhsal sağlığı konuşmak zorundayız. Dava süreci devam ederken, Azra'nın yaşadıklarıyla ilgili farkındalığın artması, belki de benzer travmalar yaşayan kadınlara umut verebilir. Unutmayalım ki, her kadın kahramandır ve haklarını aradığı sürece sesi herkese ulaşabilir.